Malatya'nın Saklı Vadisi
Tadı damağımızda kalan, hiç bitmesin istediğimiz bir geziydi Kuzugölü Vadisi… Halbuki ben bu vadinin etrafında dört dönmüş, ayak basmadık yer bırakmamıştım, nasıl oldu da gözden kaçırmış, bu cennet vadiyi ıskalamıştım. 

Malatya'nın Saklı Vadisi

Tadı damağımızda kalan, hiç bitmesin istediğimiz bir geziydi Kuzugölü Vadisi… Halbuki ben bu vadinin etrafında dört dönmüş, ayak basmadık yer bırakmamıştım, nasıl oldu da gözden kaçırmış, bu cennet vadiyi ıskalamıştım. 

Kuzugölü Vadisi… Belki bir rüyaydı. 
Alişan Hayırlı 

Tadı damağımızda kalan, hiç bitmesin istediğimiz bir geziydi Kuzugölü Vadisi… Halbuki ben bu vadinin etrafında dört dönmüş, ayak basmadık yer bırakmamıştım, nasıl oldu da gözden kaçırmış, bu cennet vadiyi ıskalamıştım. 
Banazılı sevgili dostum Hasan Kaygusuz, arada bir bu vadiden fotoğraflar paylaşıyor, lafını ediyor ama fotoğraflar çok kaliteli olduğu için (!) vadinin cennetten bir köşe olduğunu bir türlü keşfedemiyordum. 
Bir gün yanıma her zamanki gibi Selahattin Kürün kardeşimi olarak Banazı yolunu tuttuk. Yolda Hasan’ı aradım, uykulu ve yorgundu, “Gel Vadiye gidelim” dedim.
Sordu: “Yanında kim var?” 
“Selo” var dedim. 
Gelirim o zaman dedi. Aralıksız iki üç gündür aynı dağlara ve vadilere tırmanmış, sabah 08.00 de yatmış, adeta pert olmuş. Ama yine de geldi, kıyamadı bize… Hasan tek başına gezer doğayı, öyle kolay kolay başka biriyle yola çıkmaz. Ben Şeyh Hasan’ın oğlu olduğum, Selo da büyük alim Said Çekmegil’in torunu olduğu için koşa koşa geldi. 
Yola çıktık mı? Çıktık. 
Nere mi gidiyoruz? Kuzugölü Vadisi’ne… Hayır cennetten bir köşeye… 
Cennetin bir köşesine yapılan yolculuğun nokta atışı, adresi veya konumu verilmez. Verirsem Banazı’lılar beni topa tutar, bir daha beni Banazı’ya sokmazlar. 
Yola koyulduk. Bilinmez bir yöne doğru ilerliyoruz. Banazı’nın içini biraz geçtikten sonra aracımızı kirazlık bir bahçenin yanına park ettik. 
İki yüce dağın birleştiği, dere sesinin kulaklarımızı okşadığı noktada, derin bir vadinin başlangıcında ayaklarımızı yere bastık. Daha o dakikada sihirli bir atmosferin içine daldığımızı, bizi esrarengiz bir tabiatın kuşattığını fark ettik. Başka bir aleme geçiş yapacağımızın nerdeyse farkına vardık. Yemyeşil kiraz ağaçlarının yaprakları hafif esen melteme kendini bırakmış dalgalanırken sanki müthiş bir senfoniye giriş yapıyordu. 
Tabiatın bütün enstrümanları bizi selamlamaya hazırdı.  Yüce Allah biz aciz kullarına nasıl bir ziyafet hazırlamış, ne lezzetli ikramlar bahşedecekti acaba? İçim kıpır kıpır, yüreğim coşmaya hazır, kalbim pıt pıt atıyordu. 
Önde rehberimiz Hasan, ortada Selo, en sonda ben yavaş yavaş bu müthiş vadinin bitiş noktasından ileriye, başlangıç noktasına doğru heyecanla yürümeye başladık. 
Aşk-ı hicranla yanıp tutuşan sevgilinin yıllar sonra kavuştuğu sevdalısının kollarına bırakması gibi biz de vadinin kucağına kendimizi bıraktık. Artık bundan sonrası ne ayak işi ne de el işiydi. Ayakların mı yürür yoksa uçar mısın, gözlerin mi görür yoksa gönlün mü bakar, ellerin mi dokunur yoksa hislerin mi hiç belli olmaz. Gerçekle rüya arasında bir metafor yaşıyoruz sanki… 
Kar sularının ta kilometrelerce öteden birleşerek dere boyunca akıp geldiği vadide bin bir çeşit bitkiler, birbirinden güzel ötüşlü rengârenk kuşlar, biraz daha yüksekte öten kınalı keklikler, her dönemeç başında bize başka bir senfoni sunan şelaleler, dere kenarında söyleşen kıpkırmızı dağ laleleri, sulak arazinin tadını çıkarırcasına bize göz kırpan iri iri bembeyaz papatyalar, her adım başı karşımıza çıkan adını sanını bilmediğimiz belki de ilk defa gördüğümüz endemik çiçekler, üç günlük ömrüne rağmen sanki binlerce yıl yaşayacakmış gibi yakalanmamak için etrafımızda pır pır dönen (kimini ilk defa gördüğüm) cicili bicili kelebekler, her adım başı bir kayanın dibinden kaynayan berrak pınarlar… her yüz metrede sırı sıra dizilmiş sanki bir inci kolyesini andırıyordu. Allah, yarattığı tabiatın kusursuz güzelliğini cömertte bize sunuyordu. Bu kadar çok canlının sesleri tabiatın içinde uyumlu bir armoni oluşturuyordu. Kulaklar şimdiye kadar böyle bir doğal konseri ne duymuş, gözlerimiz böyle bir güzelliği ne görmüş, ne de gönlümüz böyle bir lezzeti tatmıştı. 
Her gördüğümüz bir çiçek, bir kuş, bir şelale bizi kendimizden geçiriyor ancak adım başı Rabbimize hamdetmeyi de unutmuyorduk. 
Adım başı dedim çünkü adım başı vadi başka bir iklime bürünüyor, bambaşka bir manzara sunuyordu. Her dönemeçte önümüze başka bir bitki, başka bir çiçek, başka bir kuş çıkıyordu. Lale bitiyor papatya başlıyor, çalı kuşu gidiyor ibibik kuşu ötüyor, tavşan kaçıyor yerine tilki geliyor, toprağın rengi kimi zaman kırmızıya kimi zaman kahverengiye bürünüyor. Ama kutsal yürüyüşümüz boyunca dere aynı içtenlik ve şevkle akıp duruyor, derenin şipşirin sesi ekibimizin şükrüne ve sohbetine karışıyordu. 
Önümüze çıkan küçük bir kanyonun kenarından, 90 derece eğimli kayaların kenarından karşıya geçerken sanki melekler bizi tutmuş uçurmuştu. Öyle ya bir insanın bu tehlikeli yerden geçebilmesi için kanatları olması lazımdı, cennette olduğumuza göre bizi muhtemelen melekler uçurmuştu. 
Bir rüya mıydı, uyanırsak biter miydi, hayal mi görüyorduk, bize birisi dokunursa dünyaya döner miydik, halüsinasyonda mıydık, birisi bize gerçeği anlatsa kendimize gelir miydik? 
Baktım, bir pınarın başında Selo dua ediyor, “Allahım cennete isek bizi çıkarma, rüyada isek bizi uyandırma, hayalse bunu gerçeğe dönüştür” diye dua ediyordu. Doğadaki binbir çeşit bitkinin salgıladığı kokuların oluşturduğu sihirli havayı içimize çeke çeke adeta sarhoş olmuştuk. 
Neyse; 
Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, bir baktık ki vadinin başlangıç noktasında, en yukarıda bize benzeyen varlıklar gördük. Bizim gibi elleri ayakları gözleri vardı, bizim cinstendi galiba… 
Aramızda en akıllısı Hasan’dı, bizi dürttü, “Uyanın yürüyüş bitti” dedi. Saate baktık dört saat geçmiş, mesafeye baktık tam altı kilometre yürümüşüz. 
Biz bu dünyada cennetin yalancısını yaşadık, umarım inşallah ahiretteki gerçek cenneti de yaşarız. 
*****
Not: Rehberimiz Hasan’a bu güzel yolculuk için çok teşekkür ederim. Allah razı olsun. Şimdi sizleri bu cennet vadinin muhteşem görüntüleri ile baş başa bırakıyoruz.

PAYLAŞ: