Kuşlar ve Abuzer Gaffari
Tarihin karanlık dehlizinde, tozlu kitaplarda, nostaljik makalelerin konusunda, anılarda kalmış bir hikayedir, kuş kafesleri, kuş evleri ve kuş beslemeleri…

Kuşlar ve Abuzer Gaffari

Tarihin karanlık dehlizinde, tozlu kitaplarda, nostaljik makalelerin konusunda, anılarda kalmış bir hikayedir, kuş kafesleri, kuş evleri ve kuş beslemeleri…

Alişan Hayırlı 
Gezgin – Yazar - Fotoğrafçı

Okuyun bakalım hayal mi gerçek mi?
Tarihin karanlık dehlizinde, tozlu kitaplarda, nostaljik makalelerin konusunda, anılarda kalmış bir hikayedir, kuş kafesleri, kuş evleri ve kuş beslemeleri… Herkes artık zamanımızın çok gerisinde kalmış bir masal gibi anlatır, Osmanlı’nın kuşlar için yaptığı saray timsali evlerini, kuşlara zarafet, incelik ve merhametle yaklaşmasını… Atalarımız şöyle kuşlara bakardı, böyle hayvanlara ev yapardı, şöyle korur ve kollardı diye… Övünür dururuz tarihimizle… Hakkımız da var, övünmeliyiz, bu iftihar edeceğimiz tarih bizim tarihimiz… 
Peki ya günümüzde… Atalarımız böyle idi de biz neyiz? 
Atalarımızın yaptıkları ile övünmek yeterli mi? Bizi kurtarır mı? Aynı yapar mı? İstediğiniz kadar övünün, istediğiniz kadar Batı’ya meydan okuyun… Ya bugünkü halimiz?
Maalesef o eski halimizden eser yok.
Diye hayıflanmaya başlamıştım ki, bugün muhteşem bir hikâye ile karşılaştım… Hem de Kuyuönü mevkiinde, bizim şehrimizde, burnumuzun dibinde…  
Kendimi bir anda Osmanlı’da, kitaplarda anlatılan masalların içinde buldum. Bu gördüğüm ve duyduğum acaba gerçek miydi, yoksa bir serap bir hayal miydi?
Bu unutulmaz hikâyeyi ta başından anlatmalıyım, çok az kimsenin görüp duyduğu, belki de hiç görüp duymadığı yaşanmakta olan bir hikâye çünkü… Sanki 200 yıl öncesinden, tarihin içinden kopup gelmiş esrarengiz bir adam, hem de tam 18 yıldır, gözümüzün önünde, Osmanlı hikâyesini yaşıyormuş da haberimiz yokmuş… 
Çok gezen, çok okuyan, çok yazan bir gezgin olarak utandım, hayıflandım, kendimi suçladım. Nasıl oldu da gözümden kaçtı, nasıl oldu da bu yaşayan Osmanlı merhametini ve zarafetini görmedim? 
Sabah saat 08.00’de bisiklet ile Banazı’ya gitmek üzere evden çıkıp, hem de yağmura aldırmadan yollara düştüm. Beni bu mevsimde ve bu havada bisiklet ile giderken görenler mutlaka, “Bu adam kafayı yemiş, deli midir nedir?” demişlerdir. Sisli, yağmurlu ve soğuk havaya bir de bana acıyarak bakanlara, arkamdan konuşanlara aldırmadan bisiklet pedalını daha bir iştahla çevirdim. Kuyuönü mevkiine yaklaşıp, eski evlerin ve bahçelerin olduğu Ayabakan sokağına girdiğimde uzaktan elinde poşetle yerlere bir şeyler döken bir adam gördüm. Bu da benim gibi deli galiba, ne arıyor, ne yapıyor bu yağmurlu havada diye düşündüm. 
Yaklaştım. 
Sürüyle kuşlar bir iniyor bir kalkıyor, adamın etrafında dönüyor, hiç kaçmıyorlardı. Ben yaklaştıkça serçeler ürküp çalılıklara uçuyordu.
Poşetteki buğdayları avuçlayarak küme küme duvar kenarlarına döküyor, sanki kuşlarla konuşuyormuş gibi mırıldanıyordu. Sabah erkenden kalkıp yağmur ve soğuk demeden yola düşmenin mükâfatını alacağımı, muhteşem bir hikâye ile karşı karşıya kaldığımı anladım. Allah “erinmeyenleri” ödüllendiriyordu.  
Fotoğrafını çekmek istedim, izin vermedi. Ne yaptığını sordum. Kimsin, neyin nesisin, niye bunu yapıyorsun gibi peş peşe ateş eder gibi sorular sordum. 
“Adım Abuzer Gaffari kuşlara, karıncalara ve sular çekildikten sonra açıkta kalan bütün böceklere yem veriyorum. 18 yıldır, 15 kilo buğday alıyor, Gazi Lisesi’nin oradan çıkıyor, bu güzergâhtan ilerleyip Kuyuönü mezarlığı şehitler kabristanına kadar yerlere buğday döküyorum. İki buçuk saatte tamamlıyorum. Kuşlar beni tanır, etrafımda döner ve bana teşekkür ederler.” 
-“Soyadın nedir? Nerelisin, ne iş yaparsın?”
-“Söylemem, fazla deşifre olmak istemiyorum, ben bunu Allah rızası için yapıyorum, ön plana çıkarma beni, nefsime ağır gelir”
Anlattım. 
Dedim ki, “Bak şimdi, bu yaptığın iş büyük taktir toplayacak, hayret uyandıracak mükemmel bir iş… Allah razı olsun. Amacım seni reklam yapmak değil… Örnek olması ve teşvik etmesi için seni değil yaptığın bu muazzam işi yayınlamak istiyorum. Lütfen izin ver.”
İkna oldu. 
Peşine düştüm.
O ilerliyor, buğdayları döküyor, ben peşinden video çekiyorum.  
Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. 18 yıldır yem döktüğü güzergâhtaki kuşlar Abuzer Gaffari’yi ta daha sokağın başında görür görmez sürüler halinde uçuyor, gelip kendilerini besleyen bu meçhul adamın başının üzerinde tur atıyor, (teşekkür ediyor), ötüşleriyle belki de selam verip sohbet ediyor. 
İnanılır gibi değil… 
Serçeler, kargalar, güvercinler, kumrular adamın peşi sıra uçuyor. Görünmez bir bağ kurulmuş kuşlarla adam arasında… Senin benim anlayamayacağımız bir iletişim, bir ilişki peyda olmuş… Bize göre bir sır. Şeyh Hasan’ın oğlu olmama rağmen ben bile anlamakta, çözmekte zorluk çekiyorum.
Her gün, yaz kış, 15 kilo buğdayı, 2,5-3 kilometrelik mesafeye dökmek nasıl bir iş Allahım! 
Bu kuş, bu hayvan sevgisi!
Tarih kitaplarında gıpta ile okuduğumuz, övünerek anlattığımız bir Osmanlı evladı mezardan kalkmış ya da gökten inmiş de haberimiz mi yokmuş! 
-“Nasıl başladın bu işe Abuzer Gaffari, anlatır mısın?”
-“Bir ara çok aç kaldım, günlerce yemek bulamadım, dedim ki acaba kuşlar ne yapıyor. Sonra işte gördüğün gibi kuşları beslemeye başladım.” 
Fazla konuşmak, sır vermek istemiyor. 
Son varış noktamız Şehitler Kabristanı’na geldik. 
Vedalaştık. 
Arkamdan bana seslendi: “Sakın beni değil, kuşları ve açlara bakmayı anlat!” 
Peki dedim.
Ben de arkasından baka kaldım öyle…
Hayal miydi, gerçek miydi anlayamadım. Dün akşam okuduğum La Fontaine masalından çok etkilenmiş de rüya mı görmüştüm ve bu rüya hâlâ devam mı ediyordu, uyanmamış mıydım? Bu adam bir masal kahramanı mıydı? 
İçimden dedim ki, “Abuzer Gaffari adamsa biz neyiz?” 
*****************   
Malatya Günlükleri
 

PAYLAŞ: