Barguzu’da eski bir Türk evi
Ne zamandır aklımdaydı, bir fırsatını bulup bu evi görmeyi ve 93 yaşındaki Fadime (Koca) Teyze’yi ziyaret etmeyi düşünüyordum. Barguzu tıpkı Gündüzbey, Kilayik, Tecde, Çırmıktı, Çilesiz gibi bağköyü beldelerimizden biridir. Peki, neden isimlerini saydığım birbirine komşu olan bu beldelere bağköyleri denir.
Barguzu’da eski bir Türk evi ve 93 yaşındaki Fadime Teyze
Alişan Hayırlı
Ne zamandır aklımdaydı, bir fırsatını bulup bu evi görmeyi ve 93 yaşındaki Fadime (Koca) Teyze’yi ziyaret etmeyi düşünüyordum.
Barguzu tıpkı Gündüzbey, Kilayik, Tecde, Çırmıktı, Çilesiz gibi bağköyü beldelerimizden biridir.
Peki, neden isimlerini saydığım birbirine komşu olan bu beldelere bağköyleri denir.
Neden?
Çünkü su…
Dünyanın en bol ve en güzel kaynak suyu Gündüzbey topraklarında, Akseki eteklerinde çıkmaktadır. Bin yıllardır akıp duran bu su, işte bu beldelerin topraklarını sulamakta ve dünyanın en lezzetli meyvelerine hayat vermektedir.
Gündüzbey Pınarbaşı suyu dünyada eşi benzeri olmayan kutsal bir sudur. Bazı efsanelere göre Hz. İsa’nın görevlendirdiği en yakın bir dostu bu bölgeye gelmiş ve İslam’ı tebliğ ederken Allah’ın inayeti ve kerametiyle bu suyu çıkarmış, kıyamete kadar akması için de dua etmiştir. Ve o gün bu gündür, Gündüzbey Pınarbaşı suyu hem bahçeleri sulamış hem de akış üzerindeki bütün köy, kasaba ve şehirleri besleyip Fırat’a dökülmüştür. Bu yüzden Fırat da kutsal bir nehirdir.
Tertemiz suyun suladığı, tertemiz havanın nefes verdiği, tertemiz toprağın yatağında büyüttüğü, tertemiz bir iklimin vücut verdiği meyveler ve sebzeler nasıl olur?
İlaç olur, şifa olur, leziz olur.
İşte “Bağköylerini” farklı kılan bu sudur. Suyla gelen kültür bu toprakları yoğurmuş ve kadim bir medeniyetin doğmasına sebep olmuştur.
Su hayat, tarih, gelenek, kadim kültür demektir.
Suyun olduğu yerde medeniyet vardır.
Gündüzbey başta olmak üzere sırasıyla, suyun içinden akıp gittiği Çırmıktı, Kilayik, Barguzu, Tecde, Çilesiz, Banazı, Eskimalatya ve Orduzu Malatya kimliğini oluşturmuş ve medeniyete beşiklik etmiştir. Malatya demek bağköyleri demektir. Malatya’nın yöresel kültürünün kalbi buralarda atmıştır.
Düğün, cenaze gelenekleri, yemek, mimari, ev, türkü, fıkra, masal, örf ve adetler, destan, şiir, edebiyat, kültür, komşuluk, giyim kuşam, ticaret, kışlık gibi şehir, kasaba ve belde yaşam tarzı burada neşv’ü nema bulmuştur.
Bugün Malatya kültürü ve kimliği diye bir olgudan bahsediyorsak bu yüzlerce yıldır sürüp gelen bölgenin yaşam tarzı sayesindedir.
Gündüzbey Pınarbaşı suyu hem ziraat hem de kültür tarlalarını sulamış, birbirinden güzel kendine has ev mimarileri ve giyim kuşam kültürünün oluşmasına vesile olmuştur.
İşte Barguzu’da ayakta kalan 3-5 tarihi eski Türk evinden biridir Fadime Teyze’nin 93 yıldır yaşadığı ev… Bu ev yaşayan, ruhu olan, canlı bir evdir. Hatıralar ve yaşanmışlıklar, acı tatlı hadiseler toprak duvarlara, eyvanlara, çiçekli bahçelerine ve ahşap merdivenlere kazınmıştır. “Konuşan ev” bundandır.
Bu evler iklimle, toprakla, insan fıtratıyla barışık, sağlıklı ve tesettürlü evlerdir. İnancımızı, örf adet ve geleneğimizi yansıtmaktadır. Bu evlerin en büyük özelliği bahçeli bir yaşamla iç içe olmasıdır. Bahçesiz ev düşünülemez. Toprak ve ağaç her daim yaşamın içindedir. Her bebek doğar doğmaz iklime uygun bir ruhla büyütülür, toprakla, ağaçla, suyla, güneşle, ayla tanışır, bir ömür boyu onlarla nefes alır onlarla nefes verir.
Eskinin insanlarının çevreyle barışık doğal insan olmasının sebebi budur.
Kapıyı dövdüm.
Habersiz gitmiştim.
Benden başka hiç bir gazeteci ya da fotoğrafçı asla bu eve çat kapı gelemez, kapıyı dövmeye cesaret edemez.
Gündüzbeyli olmanın, eski vekilimiz ve şimdiki İl Başkanımız İhsan Koca’nın samimi dostu olmanın verdiği cesaretle kapıyı dövdüm.
Çok rahattım.
Bana kimsin, diye sorduklarında cevabım hazırdı.
Eğer kadın çıkarsa, “Gündüzbeyli Bıldıkgilin Keziban’ın”, erkek çıkarsa “Şeyh Hasan’ın” oğlu olduğumu söyleyecektim… Üstelik tanınmış bir gazeteci, gezgin ve fotoğrafçıydım. Daha ne olsun. Ha, bir de üstelik komşu Mehmet Özdemir bizim uzaktan da olsa akrabamız sayılırdı.
Damatları Kazım abi çıktı kapıya, beni tanıdı.
İçeri buyur etti.
Eyvanda kahvaltı yapıyorlardı. Evin kadını (Kazım abinin hanımı, yani evin kızı) beni görünce içeri kaçtı. 93 yaşındaki Fadime teyze hemen kendisini toparladı, beyaz tülbendini iyice başına sardı, artık sadece gözleri görünüyordu.
Çay ikram ettiler.
Muhabbet ve sohbetten sonra fotoğraf çekmek için izin istedim.
Ah bir bilseniz, deklanşöre basarken duyduğum zevki, hazzı ve sevinci… Hele o yukarı kata çıkan ahşap merdiven, o renkler, hele avlusu, hele bahçesindeki binbir çeşit çiçekler, hele 0 24 yıllık kedinin etrafta dolaşması ve hele o evin içindeki ruh… Bizim Gündüzbey’deki evimiz de tıpkı böyleydi.
Bizim evlerimizde pek fazla eşya yoktu, fakat sevgi ve muhabbetin çepeçevre sardığı, mutluluk ve huzurun hakim olduğu odalarımızda şefkat ve merhamet, kadim kültür hakimdi.
Bu ev de onlardan biriydi.
Bu evde yaşayan, bu evle iç içe geçmiş, bu evden başka hiçbir yerde yaşaması mümkün olmayan Fadime Teyze’yi konuşturmak ve eski yaşam tarzını anlatmasını isterdim.
Hastaydı.
Yormak istemedim.
Teşekkür ettim, izin istedim, Fadime teyzemizin duasını alıp, bisiklete binip Kilayik’e doğru yol aldım.
Ama aklım hep o evde kalmıştı.
Belki de aklım küçüklüğümde kalmıştı. O acı tatlı anılarımda…
O evi seviyordum, çünkü o evde kendimi buluyordum.
Kimliğimi, kişiliğimi, tarihimi, her şeyimi buluyordum.